Algılama Ve Yargılama Boyutu İle İnsanın Gelişimi
16 Kişilik Türü | 20.12.2020
‘’Her birey benzersizdir!’’ bu sıkça duyduğumuz oldukça popüler bir cümle. Peki neden?
Her birey, kendi katılım özellikleri ve çevresel özelliklerinin bir ürünüdür. Bu nedenle de birbirlerinden farklıdırlar. Çevremizdeki on kişiyi düşünelim, şüphesiz ki onların zihinleri bizimkilerle aynı prensiplerde çalışmamaktadır. Muhtemelen bizimle aynı şeylere değer vermiyorlardır ya da bizim ilgilendiğimiz şeylerle ilgilenmiyorlardır. Peki bu bir tesadüf müdür? Kesinlikle değildir.
Bu temel farklılıklar insan zihninin algılama ve yargılama biçimleri ile ilgilidir. Algılama, çevrede var olan nesne ve olayların bilincine varma sürecidir. Yargılama ise, algılanan hakkında sonuçlara varma sürecini içerir. Algılama ve yargılama insanların toplam zihinsel faaliyetlerinin büyük bir kısmını oluşturur ve insanın dış dünya ile ilgili davranışlarının büyük çoğunluğunu yönetir. Çünkü tanım gereği algı, bir durumda insanların ne gördüklerini, onları yargılama ise, bu konuda ne yapmaya karar verdiklerini belirler. Bu nedenle algı veya yargı arasındaki temel farklılıkların davranışlarda farklı sonuçlar yaratması insanların benzersizlik özelliğinin altında yatan temel prensip olarak değerlendirilmesi mantıklı bir varsayımdır.
Algılamanın İki Türü
Analitik psikolojinin kurucusu olarak kabul edilen Carl Gustav Jung’ın Psychological Types kitabında bahsettiği gibi, insanlık iki ayrı ve kesin zıt algılayış biçimi ile donatılmıştır: Biri doğrudan beş duyumuzu kullanarak olayların farkına vardığımız duyusal algılama süreci, diğeri ise; bilinçsiz, dolaylı düşünceler içeren sezgisel algıma sürecidir. Bu iki algı süreci şuna işaret eder; insanlar duyuları ile algıladıkları gibi, hiçbir zaman var olmayan duyuları ile açıklayamadıkları şeylerle, sezgileri ile de algılarlar.
İnsanlar duyuları ile algılamayı tercih ettikleri zaman, etraflarındaki gerçeklikle o kadar ilgilidirler ki gerçeklikten uzak fikirlere çok az değer verirler. Sezgileri ile algılamayı tercih eden kişiler ise, gerçekliklerden çok muhtemelen olasılıklara odaklanırlar. Örneğin, duyuları ile algılamayı tercih eden okuyucular, dikkatlerini burada yazılanlara odaklayacaklar ve burada yazılanlarla sınırlandıracaklardır. Sezgileri ile algılamayı tercih eden okuyucular ise, olasılıklara odaklanacaklar, satır aralarını hatta satır aralarının ötesini düşüneceklerdir.
İki algı türü bebeklikten itibaren bir insanın dikkatini çekmek için rekabet halindedir. İnsan bebeklikten itibaren bir algı türünden diğerine göre daha fazla zevk alır ve zaman içinde daha çok zevk aldığı algı türü üzerinde bir tercih oluşturur. Çocuklar, algılamanın iki yolu arasında bir tercih gerçekleştirdikleri andan itibaren, gelişimde temel bir fark başlar. En sevdikleri süreci daha sık kullanma, daha az sevdiklerini ihmal etme hali ile, zihinsel gelişim üzerinde, bir algı türünün hakimiyeti başlar. Ve hangi algı şeklini seçerlerse, dünyaya dair fikirleri o algı türü ile şekillenmeye başlar. Diğer algı türü ise arka planda varlığını sürdürür. Sürekli uygulamanın getirdiği avantaj ile tercih edilen algı türü daha kontrollü ve daha güvenilir bir şekilde gelişir. Çocuklar tercih ettikleri algı türünü olgunlaştırırlar. Böylece duyusal algılamayı tercih eden çocuk ile sezgisel algılamayı tercih eden çocuk farklı çizgiler boyutunda gelişir. Her biri diğerinin görece daha çocuksu kaldığı alanda nispeten yetişkin olur. Her iki grup da kendi çıkarlarını enerjilerini ve akıllarını istedikleri gibi kullanma şansı veren aktivitelere yönelirler.
Yargılamanın İki Türü
Yargılamadaki temel fark, sonuca varmak için iki farklı ve keskin biçimde zıtlık yaratan yolun varlığından kaynaklanmaktadır. Birinci yol, düşünmenin kullanıldığı yoldur. Yargılamada düşünmenin kullanımı kişisel olmayan bir bulguyu amaçlayan, mantıksal bir karar verme sürecidir. İkinci yol ise; hissetmenin kullanıldığı yoldur. Yargılamada hissetmenin kullanımı, öznel ve kişisel bir karar verme sürecine işaret eder. İnsanlar genellikle bu iki yargılama yolunu, bir arada kullanabilirler, bazı kararları düşünerek bazı kararları da hissederek verebilirler. Ancak bir genel kabul iki yolun çoğu zaman aynı sonuca ulaşmadığıdır. Bununla nedenle, insanlar genellikle bir yargılama yolunu daha fazla kullanır ve ona daha fazla güvenirler. Burada sunulan fikirleri değerlendirirken, önce tutarlı ve mantıklı olup olmadıklarını düşünen bir okuyucu düşünme yargısını kullanıyor demektir. Öncelikle fikirlerin hoşuna gidip gitmediğini, kendi değer ve düşünce sistemini desteklediğini ya da tehdit ettiğini değerlendiriyorsa, hissetme yargısını kullanıyor demektir. İnsanlar çocukluktan itibaren bir yargı türüne daha fazla güven duyar ve daha sık kullanır. Bu diğer yargı türünün ya tamamen göz ardı edilmesine ya da azınlık görüş olarak kullanılmasına neden olur. Böylece, hissetme yolunu seçen çocuk, aynı algı sürecini seçmiş olsa dahi, düşünme yolunu seçen çocuktan daha farklı çizgiler boyutunda gelişecektir. Her iki grup da daha iyi oldukları yargılama sürecini kullanabilecekleri faaliyetlerde daha mutlu ve etkili olacaktır. Hissetmeyi tercih eden çocuk, insan ilişkilerinde daha fazla ustalaşırken, düşünmeyi tercih eden çocuk gerçeklerin ve fikirlerin organize edilmesinde daha fazla ustalaşır.